5 Kasım 2012 Pazartesi

Biraz Sezen...

Biraz Sezen Aksu alıp yoluma devam ediyorum. En son bomboştum. Sonrasını bilmiyorum. Anneliese şeytan çıkarma ayini esnasında ne kadar yalnızsa o kadar hissizim. Çırpınıyorum. Anasondan zehirlendiğim zaman geliyor aklıma. Aynı böyle. İçmek istiyorum. Çok istiyorum. Kana kana. Ama içemiyorum çünkü midemi bulandıran bir şey var. Ve onu bir sinek gibi kanadından tutup ayıramıyorum, yazık. Sezen gel Zuhal’i de alıp biraz felsefe yapalım. Demogoji yapalım, gel. Nasıl sevmişsin Onno’yu, ölüsünü bile. Ya sen Zuhal, nasıl bu kadar güzelsin. Anlamıyorum. Gerçekten pamuk prensese, bir inşaat işçisinin tecavüz edip kaçtığını düşünün. Taciz madurlarının tacizcilere dönüşmesini. Pamuk prensesin yedi çocuk cüceyi yedi gece yedi gündüz öldürmesini. Aslında hiçbir hikayenin mutlu sonla bitmediğini. Zannedilen aşk hikayelerinin biricikliğinin aslında subjektif olduğunu. Kemandan daha çok bir ney sesinin insanı daha çok yaktığını. Çok sevdiğiniz bir şeyin, sonunda mutlaka içinizi yaktığını. Bunu bir neye bakarak anlayabilirsiniz kolayca. Anlarken kafam karışmadı. Zamanında yazılmış, “Biliyorum, anlatamıyorum” diye. Anlatamayınca bitmiyor. Ama anlatılmıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder